Cuma, Mart 02, 2007

Türkiye'nin Enerji Güvenliği ve Enerji Politikaları

Gerek dünyada gerekse Türkiye'de, "enerji güvenliği" kavramı giderek daha çok üzerinde konuşulan bir kavram haline geliyor son yıllarda. İthal enerji kaynaklarına bağımlılığı yüksek olan ülkeler açısından "enerji arz güvenliği", yani enerji kaynaklarının sürekli, güvenilir, temiz ve çeşitli kaynaklardan / ülkelerden olabildiğince uygun fiyatlarla sağlanması ve yüksek verimlilikle tüketilmesi sorunu büyük önem taşırken; genelde enerji ihracatçısı olan ülkeler açısından, kendi enerji kaynaklarına uluslararası piyasalarda çeşitli ülkelerden kesintisiz ve yeterli talebin var olması ve yeterince yüksek fiyatlardan satılabilmesi anlamında "enerji talep güvenliği" kavramı daha fazla ön plana çıkıyor. Dolayısıyla, ister net enerji ithalatçısı isterse ihracatçısı olsun, bütün ülkelerin enerji politikalarının tasarlanması ve uygulanmasında "enerji güvenliği" konusu gerçekten de kritik bir öneme sahip.

Siyasi iktidarlar çoğu kez yalanlasa da, uygulamada enerji ithalatı, üretimi ve tüketimi ile ilgili kolayca gözlemlenebilen aksaklıkların ve yanlışlıkların da açıkça gösterdiği gibi, Türkiye'nin uzun yıllardır (başarılı ve) somut bir enerji politikası yok. Türkiye'deki çok sayıdaki mühendis, jeolog, uluslararası ilişkilerci ve iktisatçı gibi çeşitli disiplinlerden enerji uzmanlarının bu (ortak) eleştirisinin hafiflemesi veya ortadan kalkması için, Türkiye'nin geleceğe yönelik enerji politikalarının özetle şu noktalar dikkate alınarak (yeniden) tasarlanması gerektiğini düşünüyorum:

  1. Enerji tüketiminde verimliliğin ve tasarrufun artırılması: Bir birim GSYİH üretmek için kullanılan enerji miktarını gösteren "enerji yoğunluğu" göstergesi, Türkiye'de 1970'den bu yana istikrarsız salınımalarla giderek artmıştır (bak. Şekil 1). Hemen her ülke için olduğu gibi Türkiye için de, enerji (arz) güvenliğinin sağlanmasında en öncelikli (ve belki de en "ucuz") enerji politikası olarak, sanayide enerji kullanımındaki verimliliğin artırılması ve genelde tüketimdeki savurganlığın azaltılması geliyor. Bu arada, popülist korkaklığa/kolaycılığa kaçmadan ve sanki gerçekten de "gelir dağılımı bozukluğundan" kaynaklandığı için göz yumulmalıymış gibi bir hava yaratmadan, Türkiye'deki yaygın "kaçak elektrik kullanımı"nın üzerine gidilmesi gerektiği de ortadadır. Uzmanların tahminlerine göre, Türkiye'de enerji tüketiminde verimliliğinin artırılması yoluyla yıllık enerji tasarrufu potansiyelinin en az yüzde 15-20'yi (= 14 Mtep) bulacağı hesaplanmaktadır. Bu bakımdan, "Enerji Verimliliği Kanunu" adlı bir yasanın 18 Nisan 2007'de TBMM'de kabul edilmiş olması Türkiye'nin geleceği açısından oldukça umut vericidir.
  2. Fosil yakıtlarla ilgili stratejik depolama olanaklarının geliştirilmesi: Mevcut duruma göre, Türkiye'nin ne doğalgazda ne de ham petrolde (mevcut taşıma boruları ve rafineri stoklarından başka!) herhangi bir stratejik depolama kapasitesine sahip olduğu görülmektedir. Bu bakımdan, Türkiye'de enerji ithalatında ülke ve/veya ürün bağımlılığından doğabilecek (2005 ve 2006 kışlarında doğalgaz ithalatında yaşandığı gibi) darlıklara veya aksamalara karşı stratejik depolama olanaklarının mutlaka bir an önce geliştirilmesi gerektiği ortadadır. Buna dest/ek olacak biçimde, enerji kaynaklarının Türkiye üzerinden (güvenli) taşınması olanaklarının geliştirilmesi de yararlı olabilir.
  3. Enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi ve yenilenilebilir enerji kaynaklarına (YEK) artan bir ağırlık verilmesi: Türkiye için; sera gazı emisyonu, küresel ısınma ve iklim değişikliği olgusunu dikkate/ciddiye alan temiz enerji politikalarının geliştirilmesi gerektiği ve ilgili uluslararası anlaşmalara (örn. Kyoto Protokolü) bir an önce taraf olunması gerektiği açıktır. Bu bağlamda, fosil yakıt ağırlıklı enerji politikalarından olabildiğince çabuk vazgeçilmesi gerektiği ve enerji ithalatındaki ülke ve ürün bağımlılığının elden geldiğince azaltılması gerektiği de ortadadır (bak. Şekil 2). Ülkenin bütün enerji gereksiniminin yakın bir gelecekte sadece hidroelektrik, jeotermal, güneş, hidrojen ve rüzgar enerjileri gibi YEK tarafından karşılanamayacağı kabul edilse bile, YEK'e bugüne kadar olduğundan kesinlikle çok daha fazla önem verilmeli ve çeşitli YEK alternatifleri arasında da kaynak çeşitliliğine gidilmelidir. Bu arada, özellikle kuruluş maliyetlerinin düşüklüğü ve doğalgazın görece temiz bir fosil yakıt kaynağı olması nedeniyle 1990'ların başından bu yana Türkiye'de kurulması yoğun biçimde teşvik ve tercih edilen doğalgazla çalışan termik santrallerin, teknik açıdan mümkünse ve olabildiğince çabuk YEK’le çalışır hale getirilmesi düşünülmelidir (bak. Şekil 3). Aksi takdirde, Türkiye'nin doğalgaz ithalatında Rusya ve İran gibi az sayıdaki ve siyasi açıdan sorunlu ülkelere olan bağımlılığı ciddi ekonomik sorunlar yaratmaya devam edecektir ve dahası, kısa vadede doğalgaz tercihinden kaynaklanan maliyet tasarrufları, en azından aşırı fiyat yüksekliği/yükselişleri ve zaman zaman karşılaşılan yurtdışından temin aksamaları nedeniyle sonuçta net olarak zarara dönüşecektir. Ayrıca, “kendimizi küçümsemeden”, YEK’e yönelik (ulusal) teknoloji geliştirme çabalarımız da güçlendirilmelidir. Bütün bu başlık altında belirtilenler, örneğin İsveç'in 2005 yılında aldığı bir kararla 15 yıl içinde ülke ekonomisini tamamen petrolden bağımsızlaştırma hedefine yöneldiği dikkate alındığında, daha da büyük aciliyet ve önem kazanmaktadır.
  4. Nükleer enerjiden yararlanılması: Türkiye'nin YEK'lerin yanı sıra nükleer enerji olanağından da artık yararlanmaya başlaması gerektiği açıktır. Çünkü, Türkiye'nin (yakın) gelecekte artması beklenen enerji talebinin sadece YEK'lere önem verilerek kapatılabilmesi mümkün değilmiş gibi gözükmektedir. Ancak, bu konuda yine de şu dört noktaya dikkat edilmelidir. (a) Günümüzde, nükleer reaktörlerin kullanımı sırasında doğabilecek kaza risklerinin düşük olduğu uzmanlarca iddia edilmekle birlikte, kanımca yine de bu riskler ülkemiz koşulları dikkate alındığında mutlaka ciddiye alınmalıdır. (b) Nükleer atıkların yaratacağı imha/depolama/kirlilik sorunu görmemezlikten gelinmemeli, tam tersine önemsenmelidir. Kanımca, modern teknolojilerin ortaya çıkan atıkların küçümsenmeyecek bir bölümünü yeniden kullanılabilir hale getirilebiliyor olması da, bence bu sorunu tümüyle ortadan kaldırmamaktadır. (c) Seçim ve kullanım aşamasında teknolojik açıdan “dışa bağımlılık”a dikkat edilmesi gereklidir. Çünkü, sonuçta, nükleer santrallerde kullanılacak teknolojinin ithal edilmesi gerekecektir. (d) Meclis'te şu sıralarda yapılan çalışmalara göre, Türkiye'de nükleer enerji üretiminin, dünyadaki yaygın uygulamanın aksine, özel sektöre bırakılması planlanmaktadır. Ancak, bu tercihin olası olumsuz sonuçları üzerinde maalesef yeterince tartışılmamıştır.


Şekil 1: Türkiye'de Enerji Tüketimi ve Yoğunluğu

Kaynak: ETKB ve TÜİK; kendi hesaplamalarım.

Şekil 2: Türkiye'de Yerli Enerji Üretiminin Toplam Tüketime Oranı

Kaynak: ETKB ve TÜİK; kendi hesaplamalarım.

Şekil 3: Enerji Kaynaklarına Göre Brüt Elektrik Enerjisi Üretimi (%, 2006-III)
Kaynak: TÜİK.

Not: Konuyla ilgili bazı yararlı internet bağlantıları için "Sürdürülebilir Büyüme, Enerji, Çevre İktisadı ve Uluslararası Ticaret" adresine bakılabilir. "Enerji İktisadı ve Küresel Isınma" konulu bir blog için ise, http://economics-of-energy.blogspot.com adresine girmenizi öneririm.

Hiç yorum yok: